Ölümün Eşiğinde

not: 30 Eylül 2016 tarihinde başladığım sonra ise devam etmediğim bir öykü.

1. Bölüm.

Dünyamız saçmalıyordu, biz de dahil. Saçmalamak doğamızda var.

Aniden açılan kapı odada olanların ödünü koparmıştı. Odaya dalarak sanki birini arıyormuş gibi oraya buraya bakan Lesy, sonunda aradığını bulmuştu. AGT kaptanı 2 saniye geç kalsaydı gözünün teki gitmişti. Belki de çenesi kırılacaktı.

"Dur Lesy, sakin ol" tutmaya çalışıyordum. Kimi tutuyordum ki, benden güçlü olduğunu düşündüm bir an. Bir kız bu kadar güçlü olur mu!

Şaşkın bakışlar onun üzerine dikilmişti. İçerde herkes, kaptan da dahil korku dolu gözlerle Lesy'ye bakıyordu.
"Nasıl olur? Nasıl? Tek bir neden söyle!"

Kaptan az önce ezberlediği sözleri unutmuştu. "Ba-bak" kekeliyordu.
Hayır, bunun bir açıklaması yoktu. Açıklaması olsa dahi Lesy bunu kabullenmeyecek ve sürekli birilerinde suç arayacak.
"Bak Lesy, benim burada hiçbir suçum yok. Teketek savaş isteyen de ben değildim, hem normal kostüm yerine özel kostüm giyerek çıktı buradan." dedi kaptan. Bu sözler sessizliğe neden olmuştu. Boş umutsuz gözlerle bana bakıyordu. Yavaş yavaş kapıyı açtı ve ayrıldı aramızdan.

O günden 1 ay geçmişti ama yanımızda olsa da hala aramızda değildi.
İstihbarat amaçlı bir uçuş gerçekleştirmemiz için hazırlıklar yapılıyordu. Başka bir ülke olacağı için zor bir uçuş olacağı önceden belli idi. Daha önce AGT tarafından bir araştırılma yürütülmüştü, her şey ona göre belirleniyordu.
Kaptan artık özel kostümlerden endişe duysa da bu işi yapmak zorundaydı. Vinfordt'un ölümü onu derinden hüzne boğmuştu. Bazen dalıp gidiyordu, sorulara geç cevap veriyordu. Belki de kendini suçlu buluyordu ancak yanlışın kendisinde değil, onda olduğunu çok iyi biliyordu.

Yeni işletim sistemini denemek için kısa uçuşlar yapıyorduk. Aslında eskisinde olan eksikleri, hataları gidermek için bir güncelleme üzerinde çalışıyorlardı. Yeni nesil işlemciler de uçaklara entegre edilmişti. Bu sefer hava şartlarına iyi bir şekilde uyum sağlamalıydık. Bizim gideceğimiz ülke soğuk olduğu için, benim de dahil olduğum "Serato" timinin uçaklarına çabuk ısınan bir işlemci koyulacaktı.

"Çocuklar toplanın." dedi kaptan. Herkes işini bırakıp onun yanına toplandı. "Bu seferki işlemcilerin maliyeti çok olacak sanırım. Çünkü farklı hava koşullarında olacaksınız. Tüm hava koşullarında aynı uçak ya da işlemci ile uçuş yapmak zor bir şeydir. Önerilerinizi bekliyorum."

Haklıydı. Bizim ülke sıcak olmasa da soğuk da değildi ama hep yağmur yağardı. Biz tüm uçakları buna göre tasarlamıştık. Fakat farklı görevler, farklı şeyler ister hep. Zaman kısaydı sorunları çözebilecek bir düşünce gerekiyordu. "Görev beklemez."

Herkesin ağzından bir cümle çıkıyordu, düşünce kaosu vardı. Ta ki, birisi çıkıp "bir önerim var" diyene kadar. "Bir uçağı tüm koşullara uyumlu yapmak gibi çok zahmetli bir iş yerine her ayrı koşul için ayrı uçak yapmak şu an için en doğru olanı."

"Aramıza hoş geldin, Lesy." dedi kaptan "sanırım mantıklı olanı bu. Hem zaman açısından hem de maliyet bakımından bize çok şey kazandıracağından eminim."

Daha 2 hafta vaktimiz vardı. İşlemcilerde gerekli değişiklik yapılmalı, test uçuşları gerçekleşmeli idi. AGT elemanlarına ağır bir yük düşüyor. Acımıyor değilim onlara, yoğun çalışmaları lazım. Onlar da bize acıyor. Bundan adım gibi eminim. Ne de olsa ölüme giden biziz, değil mi?

Şimdi eve gitme vakti "home sweet home." Bir hafta sonra test uçuşları için dönecektik. Dinlenmek… son zamanlarda bize tanıdık bir sözcük değildi.

"Hey" arkadan seslendi biri "yolumuz aynı sanırım." Lesy'nin "beni eve bırakır mısın?" deme şekliydi bu. Yolumuz hiç de aynı değildi ama gece saat 02:42, ne yapmalıyım!?

Babamın bana doğum günü hediyesi olan 1997 üretimi G-wagen 461 kullanıyordum.
Camdan giren rüzgar kahverengi saçlarını okşuyordu. Bizimle eskisi gibi sık konuşmasına rağmen hala derin düşüncelere dalabiliyordu. "Arabanın camını hiç kapatmıyorsun, neden?"

Hafif gülümsememin ona iyi geleceğini düşünerek "rüzgarı seviyorum" dedim. Ama suratındaki ifade hala aynıydı. En son ne zaman yüzü güldü hatırlamıyorum.

Aynı endişeli şekilde "göreve gideceksiniz, hem de bilinmedik yere" dedi. Aslında böyle şey çok olmuştu. Endişelenmek artık anlamsız geliyordu, alışmıştık hani. "Evet, gideceğiz. Tanımadığımız yer olsa da endişelenmene gerek yok, ilk kez değil."

Soğukkanlı olmak için her şeyi yapıyordum.
"Ama özel kostümler.." yüzünü dışarı çevirdi. Biliyorum, lanet olsun biliyorum neden bahsettiğini. Aynı durumun benim de başıma geleceğinden korkuyor. "Sen fazla kafayı taktın buna." "Øistein, abimin kendi yanlışı yüzünden öldüğünü ben de iyi biliyorum ama..ama.." lafını bitirmesini bekleyemezdim. Gözleri dolmuştu ve ağlamasına gönlüm razı olmaz. Herhangi birinin ağlamasına dayanamıyorum.

"Bak. Vinfordt'u burada herkes severdi. Yani kimse onun ölümünü istemezdi hatta ona gitmemesi için neredeyse yalvardık ama dinlemedi bizi, hırsına yenik düştü. Kendi yaptığı özel kostüm ile düşmanın karşısına çıktı, yanlış havada yanlış işlemci kullandı ve maalesef..."

Evine az kala durmamı istedi. "Biraz yürüyeceğim, teşekkürler" diyerek indi arabadan. Bence de iyi gelir temiz hava.
Ya ben? Bana ne iyi gelecekti? Tabii ki, kendi evim ve arkadaşlarım.

Hiç yorum yok: